Kadın

Mucizeleri Kutluyoruz: Serenay Sarıkaya

Bazen kapanırsın. Ruhunu saklamak, sakınmak istersin. Korumak için. Bir yara daha almamak için. Bazen de tamamen özgür bırakırsın varlığının en gizli hazinelerini. Işığını yansıtırsın en parlağından, en yegânesinden. Bir mucize olarak gördüğün yaşamını avucuna alır, yeni bir yıla doğru sana açılan tüm kapıları heyecanla aralarsın. Her seferinde kalbini kanatlandırdığın, bize en değerli mucizeni, yani seni gösterdiğin için teşekkür ediyoruz Serenay… Umarız seçtiğin her yolun sonunda mutluluk duruyor olur.

Seninle daha önce yaptığımız röportajlarda çalışmanın ruhuna nasıl iyi geldiğinden bahsetmiştin. Şu anda repo günlerinin bile dolu olduğu bir tempodasın, nasıl hissediyorsun, nasıl yönetiyorsun, hiç şikayet/isyan ettiğin olmuyor mu?

Evet, bu tempoyu ben istemiştim. Bu kadar yoğun ve yorucu olacağını da öngörmüştüm açıkçası. Ancak elbette beden ve zihin haftada bir kez dahi olsa biraz kapanmaya, dinlenmeye, eylemsiz kalmaya çok ihtiyaç duyuyor. Benim de arıza verdiğim, çok yorulduğumu hissettiğim zamanlarda tahammülümün düştüğü oluyor. Ne yapsam devam edecek gücü kendimde bulamıyorum o zamanlarda… Sonra bu işi ne kadar sevdiğimi hatırlatıyorum kendime… Bazen de güzel yerlere gidip güzel şeyler yaptığımı düşünerek dayan, az kaldı diyorum kendi kendime, sık dişini… Kendimce bir sürü başka yöntemlerim de var tabii ama iyi bir uyku çekebilmek en elzem ihtiyaç sanırım. O olmadan olmuyor. Asla uyku saatimden ödün veremiyorum.

Çok uzun bir aranın ardından Aile dizisiyle televizyona döndün, bu projenin seni etkilemesindeki, kalbini vurmasındaki en önemli sebepler neydi?

Aile bana çok şey öğretti. Televizyonla ilgili dayanıklılığımı, kondisyonumu kaybetmiştim. Yeniden bu tempoya girmek, bu koşuşturmaca içinde işini layıkıyla yapabilmek gerçekten çok büyük bir zorluk. İnsan bir süre sonra ister istemez kendini makine gibi hissediyor. Böylesine görkemli bir kadroyla yeniden ekrana dönmek hele ki böyle yırtık, deli dumrul bir kadın karakterle, benim için reddedilemez bir fırsattı.

İnsan psikolojisine ilgin olduğunu biliyorum, dizideki karakterin Devin Akın’ın psikolog olmasının da rolü kabul etmende etkisi oldu mu?

Çok doğru tespit, kesinlikle etkisi oldu. Annem ve babam boşandıktan sonra uzun yıllar teyzem, ben ve annem yaşadık. Evde devamlı bu tarzda kitaplar okunur, her türlü gündelik ya da olağandışı olay psikolojik çerçeveleriyle ev konseyinde değerlendirilirdi. Daha o yaşta empati kurma, anlama, kendimi doğru ifade etme, davranış ve duygularımı derinlemesine ve samimiyetle gerekçelendirebilme becerilerimi kazanmıştım. Bu hayat boyu bana çok yardımcı oldu. İş hayatımda da, özel hayatımda da… Muhakkak ki bir yatkınlığım olması, bildiğim bir yer gibi hissettirmesi de bu işi seçme sebeplerimden…

Serenay olarak psikolog Devin’i tahlil etsen neler söylersin, zaafları, güçlü ve zayıf yönleri nedir bu genç kadının?

Devin, anne ve baba eksikliğini bir arada yaşayarak büyümüş. Baba belki de anneyi hiç sevmemiş, ona olan öfkesini, sevgisizliğini kızlarına da yansıtmış. Anne bu sevgisizlik ve değersizlik içinde çıkmazlara girmiş, çok sert mental sağlık problemleri yaşamış, kızlarına hiç ama hiç annelik yapamamış. Bu atmosferde Devin çok çok erken yaşta kız kardeşinin ve annesinin hem babası hem eşi olmaya çalışmış, olması gerekenden daha fazla sorumluluklar altına girmek zorunda kalmış. Kendini ve ailesini, sevdiklerini iyileştirmeyi bir görev, bir hayat motivasyonu bellemiş ve bu şekilde akıl sağlığına mukayyet olabilmiş. Bu sebepten bu mesleği seçmiş. Bütün bu olan bitenler Devin’i sertleştirmiş, maskülenleştirmiş, hayatta kalmayı hep çok yakın savaşarak başarabilmiş. Gerçek bir savaşçı. Bu dayanıklılık, bu sertlik ona esnekliğini kaybettirmiş. Çok kolay kırılır olmuş. Bu sebepten onu kırma ihtimali olan herkese ve her şeye karşı katı ve hatta acımasız olan karanlık bir tarafı hep var.

Her rolün gibi Devin’i de tutkuyla oynadığını hissediyorum, onun dürtüsel, başına buyruk, hatta bazen delice tepkileri, kafasının atıp kafa atışlarını çok seviyorsun gibi geliyor… ne dersin?

Bayılıyorum. Ben çok duygularını açık ederek yaşayan bir insan olmadım. Her şeyi içime atar önce kendi içimde tartmak, anlamak, çözmek isterim. Son limitlerime kadar da idare etmeye çalışırım. Kimseyi emin olmadan kırıp dökmek, incitmek istemem… Devin’in bu kadar dışa dönük, sıkıntılarını biriktirmeden, baskılamadan doğrudan, o anda kendi yöntemleriyle de olsa çözmesi çok sevdiğim bir özelliği. Bazen başını ağrıtacak sonuçlar doğursa da heybesinde zaten çok yük taşıyan biri için müthiş bir alışkanlık bence.

Geçen röportajımızda “Her karakter hayatıma o kadar doğru zamanda giriyor ki, o sıra çözmeye çalıştığım bir meseleyle ilgili bir şeyi anlamama ve iyileştirmeme vesile oluyor” demiştin. Devin için de böyle oldu mu?

Devin benim de artık kendime ve dışarıya karşı daha sesli olmak istediğim bir zamanda hayatıma girdi. Kesinlikle başka bir pencere açtı bende. Zamanlama yine mükemmel.

Devin ve Aslan’ın ilişkisini nasıl yorumluyorsun? Aşkları gücünü nereden alıyor; neden onlara bu kadar çok inandık? Çıkmazları ne? Kendi adına ders çıkardığın şeyler oldu mu?

Devin ve Aslan ilişkisi bence bir tık hastalıklı. Normal insanlar değil bunlar. İkisi de gerçekten çok güçlü, çok yalnız, kimseye eyvallahı olmayan iki deli. Onları dengede tutan şey sadece bu formülde çalışabilecek bir şey yani onlara has bir şey. Teraziye koyulduğunda eşitliği sağlayabilecek defoları, yaraları bu sebepten de anlayışları var birbirlerine. Ve tabii ki çok büyük bir aşk! Devlerin aşkı. Aşkın kendisi de hastalıklı bir şey sanırım. İnsan bütün dünyaya kafa tutabilecek kadar korkusuz hissediyor kendini. Bu güç göz de karartabilir, iyi şeyler de doğurabilir. Devin ve Aslan ne yapsalar onları karanlığa çeken bir şeyler, birileri var. Çıkamıyorlar da artık bu girdaptan. Bakalım hikayeleri nasıl sonlanacak ben de çok merak ediyorum.

Aile kavramının içinde barındırdığı her şeyi ve özellikle erkek çocuklarının hayatlarını kontrol etmeye çalışan anne modeli hakkında düşüncelerin nedir? Türkiye’de niye böyle bir kalıbımız var?

Erkek evlat dünyaya getirmek, soyunu devam ettirecek olanı doğurmak hep çok kutsal bulundu bu topraklarda. Ataerkilliğin bir uzantısı gibi geliyor bu bana. Her ne kadar bugünün gerçeklerinde bir yeri olmasa da bunu sürdürme gayretinde olan aile yapıları var hala ne yazık ki… Fakat es geçilen bir konu var ki bu aslında çocukken bir iyilik gibi yapılsa da o çocuklar birer yetişkin olduklarında ortaya çıkıyor ki sosyal yetileri zayıf, güçsüz, güvensiz, problematik, tutarsız, tatminsiz, doyumsuz gençler oluyorlar. Ne kız çocuğu ne erkek çocuğu için fazla korumacı, sahiplenmeci ebeveyn iyi bir şey değil sanırım. Sonradan bir dezavantaj olmaya başlıyor. Evdeki hesap çarşıya hiçbir zaman uymuyor.

Kıvanç Tatlıtuğ ile kurgusal dünyada bir ‘dream partner’liğiniz olduğunu düşünüyoruz. Hem ortak bir marka işbirliğiniz var, hem de dizide çok iyi bir uyum yakaladınız. Oyunculuk adına nasıl bir sinerjiniz var?

Evet Kıvanç ile çalışmayı ben de hep çok istemiştim. Duruşu, işini sahipleniş biçimi, seçimleri, başarısı ile uzaktan takdir ederek takip ettiğim bir oyuncu arkadaşımdı. Bu projede denk geldik. Yıllar sonra televizyona onunla dönmek de benim için yadsınamaz bir konfordu yalan yok.

Netflix Türkiye orijinal yapımı Şahmaran dizisinin ikinci sezonunu geçen sene çektiniz, ne zaman gösterime girecek belli mi, Şahsu’nun yolculuğu nasıl gelişiyor, bu sembolleşmiş hikayenin ikinci sezonundaki olaylar seni kendi içinde nasıl bir yolculuğa çıkardı, nasıl etkiledi, biraz anlatır mısın?

Ne zaman gösterime gireceğini bilmiyorum, yanlış bilgi vermeyeyim. İkinci sezon artık bütün kartların açıldığı ve savaşın içeride ve dışarıda herkes için başladığı bir sezon. Şahsu, ona yüklenen ağır sorumlulukla bir karar aşamasında. Ben bunu böyle ele alıyorum tabii. Bunlar sembolik, anlatımı kuvvetlendirmek için kullanılan metaforlar. Bizden büyük, engel ya da etken olamayacağımız oluşumlar, dönüşümler karşısında nasıl tepkiler veriyoruz. Biz de güçlenmek için kendi cephemizde savaşıyor muyuz yoksa ne uğruna olursa olsun öylece geçip gitmesini seyrediyor muyuz? Ben seyirci kalmayı değil yine oyuncu olmayı seçiyorum sanırım…

Çok tesadüfi olarak Şahmaran projesi ile eşzamanlı olarak Bulgari Türkiye marka elçiliğini yapmaya başladın ve Serpenti koleksiyonuyla buluştun. Senin için ne anlam ifade ediyor? Yılan sembolünü taşımak nasıl bir duygu yüklüyor ruhuna?

Yılan çoğu kimse için ürkütücü, tehlikeli, tekinsiz bir hayvan. Annem de çok korkar mesela. Düşüncesine bile katlanamaz. Oysa nazar boncuğu gibi, diğer batıl inançlar ve semboller gibi varlığı ve gücü çok eskiye dayanan, koruyup kolladığı, evin bereketini artırdığı düşünülen, belki de kadına ve kadınlığa ait olan en önemli sembollerden biri şahmaran. İçinde bir de büyük bir aşk hikayesi olması sebebiyle bugüne kadar aynı gücüyle gelebildi sanırım. Bulgari de kökleri çok eskiye dayanan bir marka. İlk günden bugüne Serpenti koleksiyonu ile de var olması kadının geçmişten bugüne gücünü, varlığını taçlandırmak için olabilir pek tabii… Bana da her taktığımda müthiş bir özgüven ve konfor hissi veriyor. Ama bana sorarsan bütün bunlar tesadüf değildi. Şahmaran hayatıma her anlamda bağıra çağıra girdi ve bana “değişim başlıyor hazır ol” dedi.

Bulgari ile birlikte son olarak Milano’da “Serpenti 75: Sonsuz Hikayelerin 75 Yılı” sergisinin açılışına katıldın. Sergi, altı sanatçının Serpenti yorumlarını içeriyordu, en çok hangisini beğendin?

Sesle ve hareketle etkileşime geçen yılan derisi gibi bir wall art vardı. En çok ona bayıldım. Karşısına geçip dans ettim, şarkı söyledim.

Bulgari bu seneki yılbaşı kampanyasında kendi koleksiyonundaki harikaları ve hayatın mucizelerini kutluyor. Sence hayatın en değerli mucizesi nedir?

Hayatın en değerli mucizesi sensin, benim, biziz bence. Uzaklarda aramam çünkü sen içimdesin! Her birimiz yeganeyiz ve aslolan bunu fark edip kendi ruh, zihin ve beden sağlığımıza yatırım yapmak. Ruhunu ve zihnini de beslemek, doyurmak…

Senin hayatında mucizevi kararlar ya da dönüm noktaları oldu mu?

Ben mucizelere inanırım onları bekler, olduğunda da hayata şükranlarımı sunarım. Hayatım bana sorarsan baştan aşağı mucizelerle dolu. Başıma gelen her şey, karşılaştığım insanlar ve bütün bunlar karşısında verdiğim tepkiler bence benim mucizelerimi yaratan şeyler… Biraz da hayatın senin için hazırladıklarına inanmak ve sabırla o yolda bazen çok şey, bazen hiçbir şey yapmadan ilerlemek. Yani demem o ki herkes kendi mucizesini kendi yaratır. İç sesine kulak ver yeter.

Bir tarafta teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmenin getirdiği yeni yaşam biçimleri, avatarlar, omnistar’lar, bir tarafta hayaller, masallar, mitler, harikalar… Hangisi daha çok ilgini çekiyor?

Ben eskiciyim, toprakçıyım, dünyalıyım… insanın, doğanın başrolde olduğu kökleri olan şeyleri seviyorum. Teknoloji karşı olduğum bir şey değil ama her şeyi bilmek, bildiğini düşünmek de iyi gelmiyor bana. Aksine çokça kirli bilgi ve zihni beraberinde getiriyor bu bence. Hala keşfetmeye, somut bir şekilde dokunmaya, hissetmeye, anlamaya, yanılmaya, öğrenmeye ihtiyaç duyuyorum.

Ece Yörenç imzalı yeni bir Netflix dizisi çektin: Kimler Geldi Kimler Geçti. Heyecanı çok yüksek bir ‘aşşşırı aşk’ hikayesi olarak tanımlanmış. Avukat Leyla karakterinde seni cezbeden ne oldu?

KGKG sadece bir aşk hikayesi değil. İçinde çokça şey barındırıyor. Gerçek hayat gibi… Leyla’dan daha da önce beni cezbeden şey buydu. Ece’nin kalemini, yarattığı sapsahici dünyaları özlemişim. Leyla ise hepimiz gibi yaşayarak öğrenen, hayattan ne istediğini yaşadıkları üzerinden netleştiren biri. Aşk, ihanet, arkadaşlık hepsi bir arada…

Dizinin ismini duyunca aklımıza Ajda’nın şarkısının gelmemesi mümkün değil. Sever misin Ajda şarkıları söylemeyi? Favorin?

Ajda’ya da Ajda şarkılarına da bayılırım. Benim favori albümüm aynı zamanda aldığım ilk plak 1986 Sen Mutlu Ol. İçinde en sevdiğim şarkı ise Düş ve Gerçek!

Tüm dünyada oyuncuların aşk hayatları çok didikleniyor, sen de bir istisna değilsin. Olur olmadık şeyler yazıldığında üzülüp kafayı takıyor musun, yoksa artık umursamıyor musun?

Galiba artık umursamadığım noktaya yavaş yavaş geldim. Bunların beni üzmekten başka bir şey yapmadığını anladım. İsimle anılmak, yaptığım şeylerle konuşulmayı tercih ediyorum. Geri kalan dünya bana ait. Ben ne kadar paylaşmak istersem o kadarına vakıf olabilirler.

Flört etmek, aşık olmak sevdiğin, seni iyi hissettiren bir duygu mu, yoksa sarsıcılığı, yorgunluğu ve can yakıcılığı daha mı fazla oluyor senin için?

Bazen güzel yönlerini parlatırken bazen de içindeki karanlığı besleyebiliyor karşındaki kişi. Biraz da karşındakine bağlı sanırım… Ağırlık yapmayan biri olsa ne güzel olur tabii…

Müthiş bir auran olduğunu biliyorsun değil mi, sence bu doğal bir özellik mi yoksa üzerinde çalışılarak yaratılması mümkün mü?

Teşekkür ederim yahu. Bilmem… Kendimi her halimle seviyor ve kabul ediyorum o kadar.

Bu aurayı içerden gelen bir enerjiyle beslediğini düşünürsek, kendini ve hayat motivasyonunu yüksek tutmak için neler yapıyorsun?

Bana iyi gelen şeyleri yapıyorum. Seyahat etmek, yeni insanlar tanımak gibi… Bana iyi gelen, ilham veren, sevdiğim insanlarla bir arada oluyorum…

Kendini dinlediğinde, mutluluğunu ya da mutlu olduğun anları artırmak için neye ihtiyacın olduğunu doğru tanımlayabiliyor musun?

Evet durmam gereken anları, akışımın aksadığını, artık biraz uzaklaşmam gerektiğini önden tespit edebiliyorum. O zaman kendi başıma hemen biraz her şeyden uzak bir yere gidiyorum. Ayarlarımı yapıp geri dönüyorum.

Yengeç burcunun bazen kabuğuna çekilmek, saklanmak ihtiyacı duyduğu söylenir. Yataktan çıkmak istemediğin günler oluyor mu? Düştüğünde ya da iyi hissetmediğin bir güne uyandığında nasıl toparlanırsın, dengeni nasıl bulursun?

Kesinlikle kabuğumda olmak bana güvende hissettiriyor. İhtiyacım olduğunda hep oraya çekiliyorum. Çok yorulduğumda çok fazla dış sese maruz kaldığımda… Evim de çok önemlidir benim için. Mabet gibi… Evimde mutlu huzurlu olabilmek. Eve girdiğimde bütün seslerin dışarda kaldığını bilmek iyi hissettiriyor.

Kendini çok didikleyen, eleştiren, niçin-neden-ah keşke diyerek sorgulayan biri misin?

Kendime çok soru soran biriyim. Bu beni iyileştiriyor. Törpülemek istediğim taraflarımı, sertliklerimi yumuşatmama sebep oluyor…

Peki özne karşındaki insan olduğunda? Yargılamadan dinleyebilir misin? Ve düşüncelerini karşındakine net olarak söyler misin, yoksa bir filtren var mıdır? Kırmamak, üzmemek, dökmemek adına susar mısın?

Eğer karşımdaki benim düşüncemi merak ediyor ve benden bir destek almak için benimle paylaşıyorsa düşüncelerini, inandığım şeyleri, kendi tecrübelerimi paylaşarak söylerim. Ama kimsenin seçimlerine, kaderine etken kişi olmak istemem. Bazen bunu istemeden de yapıyoruz ama samimiyetle gördüğüm söylemem gereken bir şey varsa söylerim. Duyması gerekiyorsa. Bu bazen bir eleştiri olabilir, bazen bir öneri, bazen de yüreklendirici birkaç söz, bilmiyorum…

Standart dışı bir güzelliğin var ve sanki 20 yaşında olduğundan bile daha güzelsin. Nasıl koruyorsun? Bir kadın kendi ayakları üzerinde durdukça ve kendine güveni arttıkça daha da güzelleşir diyebilir miyiz?

Güzelliğimi korumak için bir şey yapmıyorum. Tabii ki kendime iyi bakıyorum. Beslenme, bakım, spor gibi dışarıdan ve içeriden ihtiyacım olan şeyleri yapıyorum kendim için. Ama bence hepsinden önemlisi bu hayatı güzel yaşamak. Hakkıyla dolu dolu, neşeli, mutlu…

Alice zamanı çok fazla jimnastik ve dans antrenmanı yapıyordun. Seviyor muydun, zorlandın mı, dansa hala devam ediyor musun?

Alice zamanı olduğum kadar aktif ve hareketli olmayı seviyorum. Şu andaki tempomda bunu devam ettiremiyorum ama özlüyorum. Bambaşka bir hayat disiplini o. Dansa o anlamıyla devam edemiyorum ama evde kendi kendime dans etmelerim hep var…

Modayla aran her zaman iyi görünüyor. Eşofman giyerek bile stil sahibi olmayı nasıl başarıyorsun? Bu sezon radarında olan trendler neler?

Benim modayla ilişkim, stilimi oluşturan şey biraz da o dönemki ruh halim, nasıl görünmek, nasıl bir kadın olmak istediğimle alakalı. Tam olarak ruh halimi temsil eden şeyi bulduğumda kendimle ilgili de güçlü ve emin bir duruş sergiliyorum sanırım. Dışarıya yansıyan da bu galiba…

Türkiye’de oyunculuğunu ve kendini kanıtladın artık. Bundan sonrasını nasıl planlıyorsun?

Şu an mevcut olan işlerimi tamamladıktan sonra bir süre nadasa yatmak, yeniden zenginleşmek için biraz durmak istiyorum. Henüz bir plan yapmadım…

Karmaya inanır mısın?

Gerek yok kimsede kötü enerjileri besleyecek kanalları açık bırakmaya. Ben yapmam yani!

2023’ü tek bir cümleyle yazıya döksen ne yazardın?

Gökkuşağı açmadan hemen önceki gri…

Röportaj: Melda Narmanlı Çimen
Fotoğraflar: Emre Güven Moda Direktörü: Aslı Asil

Murad

Yüz ifadelerini yakalamaya çalışan bir portre tutkunu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu