Cannibal Abduction – İnceleme
30 yıldan fazladır aktif şekilde oyun oynayan biri olarak PS1 yıllarındaki tank kontrollü survival-horror’ların benim için en unutulmaz oyunculuk dönemlerinden birini yaşattığını söyleyebilirim. Cannibal Abduction da yapım tarihi olarak modern olsa da bu efsane döneme saygı duruşu olarak yapılmış, tamamen eski kafalı bir oyun. Hatta zamanında PS1’e çıksa cuk otururmuş yani, o derece.
Cannibal Abduction ufak bir kasabadan geçen baş karakterimizin aracının bozulmasının ardından, yardım için sığındığı bir çiftlikte esir alınması ile başlıyor. Oyunun adından da tahmin edebileceğiniz üzere ev sahiplerinin yamyam çıkmasıyla birlikte kaçış mücadelemiz de başlıyor. Yamyam demişken oyunun Texas Chainsaw Massacre’dan ciddi şekilde ilham aldığını belirtmekte fayda var.
Oyunun tanıtım bülteninde Silent Hill’e selam çakılsa da oyun daha çok bir Resident Evil ve Clock Tower kombinasyonu. Çiftlik evinde tıpkı klasik RE serisinde olduğu gibi tank kontroller ile ilerleyip eşya kullanmak üzerine bulmacalar çözerken psikopat yamyam peşimize düştüğünde de bu sefer Clock Tower serisinden alıştığımız şekilde sadece kaçıp dolaplara saklanarak tehlikenin geçmesini bekliyoruz. Bu tercih oyunun hissettirmeye çalıştığı çaresizlik hissini de gayet başarılı şekilde veriyor doğrusu.
Oyunun genel akışı bulmaca çöz, bulduğun eşyayı başka bir objede kullan, tehdit geldiğinde de saklan döngüsünde ilerliyor. Etraftaki objeleri görebilmek için de el fenerinizi açık tutmanız gerekiyor fakat fenerin açık olması aynı zamanda yamyamın dikkatini çekmek anlamına da geliyor. Ne kadar süre koşabildiğimizin de bir limiti var bu arada. Bu barı tükettiğiniz zaman yeniden dolması için beklemeniz gerekiyor. Yamyam peşinizdeyken koşma barınız tükenirse hapı yuttunuz demektir yani.
Oyunu atmosferik açıdan hayli başarılı buldum. Yamyamla olan karşılaşmalarınız fenalıklar getirecek bir sıklıkta olmadığı için sizi sıkmadan diken üstünde tutmayı başarıyor (Yakın dönemde çıkan bir diğer Clock Tower türevi olan Remothered beni bıktırmıştı mesela). Grafikler de girişte bahsettiğim gibi PS1 döneminden çıkıp gelmiş gibi görünecek şekilde tasarlanmış ve görsel açıdan kaset döneminin o düşük çözünürlüklü fakat tekinsiz estetiğini kullanıyor. Zira oyunu oynarken found footage tarzı korku filmine ait bir VHS kaset izliyormuşsunuz havası yakalanmaya çalışılmış. Hatta yamyam size yaklaştıkça ekrandaki karıncalanmalar ve bozulmalar artıyor falan, oyunun hem atmosferine hem de tarzına oldukça uygun bir seçim olmuş bu.
Dönemi övsek de eksilerinden bahsetmek gerekiyor tabi. Mesela karakterin kendi etrafında dönme hızı gereğinden fazla olduğu için pek çok kez kapılardan geçerken etraftaki objelere takıldığım, hatta kapıyı ıskaladığım oldu. Bu durum özellikle bazı kovalamaca sahnelerinde canınızı sıkabiliyor ve aslında kolayca kurtulabileceğiniz bir durumdan cesediniz çıkabiliyor maalesef. Üzerine 180° dönme butonun da olmayışı eklenince yapımcının amacının oyunculara bilerek bu tank kontrollerin zorluğunu yaşatmak olduğunu düşündüm açıkçası. Ne istendiği tam olarak anlaşılmayan radyo bulmacasında takılmazsanız da oyunun süresi taş çatlasa 1-1,5 saat kadar sürüyor ayrıca. Indie oyunlar için bile oldukça kısa bir oyun süresi bu ve bitirdikten sonra bir üst zorlukta oynamak haricinde tekrar oynamak için bir neden sunmuyor. Keza çoklu sonlar olayı da bir yalan. Oyunda topu topu 2 tane son var ve ikisini de tek oynayışta görebilirsiniz.
Lakin hakkını teslim edeyim, bu kısa dediğim oyun süresi benim açımdan oldukça keyifli geçti ve bazı mekanikleri eskimiş olsa da dönemi ne kadar özlediğimi hatırlattı bana. Ayrıca yapımcı Selewi PS1 döneminin görsel estetiğini ve mekaniklerini kusursuz şekilde yansıtmayı başarmış oyuna. Kısa oyun süresi ve tank kontrollerin zaman zaman yarattığı sıkıntılar olsa da korktuğum, merak ettiğim, heyecanlandığım, ama en önemlisi de oynamaya devam etmek istediğim bir oyun oldu Cannibal Abduction. Uygun bir fiyata kıstırırsanız kaçırmamanızı öneririm.